Bazen, içimizde birikenleri dışa vurmamız gerekiyor. Hani derler ya, "Erkekler ağlamaz," falan... Geçsinler bunları. Hayat, şovalyemiz kendimiz olunca daha da bir zorlaşıyor. Kimse bizi pohpohlamıyor, el bebek gül bebek muamelesi yapmıyor. Kadınların değerini onlara veren bir dünya düzeni var. Bizse 1-0 geriden başlayıp, kendi karakterimizi ortaya koymaya çalışıyoruz. Yani bildiğiniz bayat hayat.
Abilikler, babalıklar, dostluklar, ilişkiler, şu kanka kelimesi...
Bir de sosyal medya var tabii. Hepimiz o mükemmel hayatların içinde kaybolup gidiyoruz. "Nerede o eski insanlık," diyoruz ama değişen sadece biz miyiz?
Hayat çok gerçek, yaşadıklarımız, pişmanlıklarımız, vazgeçtiklerimiz... Belki de hepimiz ayrımcılık içinde, soğuk bedenlerimizle dünyaya geldik, sonradan gözümüzü açtık. Kurban psikolojisi de bir işe yaramadı, yaşadığımızı bizden başka kimse bilemez. Geçmiş depresyon, geleceğim kaygı, şu anım... Bir şeyler. Ya duvara çarptık, ya da birilerinin uydusuyduk. Şimdi derimizi değiştirip yeniden kaynamaya başladık. Bazen de derdimiz ne bilmiyorum.
Beklentilerle yaşamamak lazım, kimseyi ciddiye almamak lazım, ama en önemlisi de insanları ciddiye almak lazım. Garip bir cümle, biliyorum, ama ne demek istediğimi anladınız sanırım. Şimdilerde dünyada ilgimi çeken pek bir şey yok. Başarılı olmak istediğim çok şey var ama sistem sanki buna izin vermiyor. Ya da başarılı olursak bu etik değil, ahlaki değil gibi bir sürü kompleks konu... Zincirin dışında kalıyoruz, merkeziyetsiz bile olamıyoruz. Sanki Matrix'in tavşan deliğinde, kapitalist bir dünyada, nelere maruz kalıp, nelere emirlere uyup uymamamız gerektiği, başarılarımızın nasıl olması gerektiği, ilişkilerimizin nasıl olması gerektiği gibi bir sürü saçma sapan ideoloji, yargı ve norm var. Ve sistemdeki bir sürü köle bunlara uyduğu için, uymayanlar da zincirin dışında kalıyor.
Ne mi yapıyorum şimdi? Hangi beklentimi hayatımdan çıkarmalıyım, kime ne samimiyet borcum var diye düşünüyorum. Bir yandan da, tam 'saldım çayıra' diyeceğim, bütün fırsatların önümden kayıp gideceğini hissediyorum. "Arzulayıp eyleyemeyen hastalık üretir," der Buddha. Belki de haklı. Ve Spinoza da "Kendini kaybetmek" derdi. Belki de tüm bu arayışlar, kendini kaybetmemek için bir çaba. Ama işte her şey çok garip, çok karmaşık ve anlatacak çok şey var, anlatacak hiçbir şey de yok gibi."
Abilikler, babalıklar, dostluklar, ilişkiler, şu kanka kelimesi...
Bir de sosyal medya var tabii. Hepimiz o mükemmel hayatların içinde kaybolup gidiyoruz. "Nerede o eski insanlık," diyoruz ama değişen sadece biz miyiz?
Hayat çok gerçek, yaşadıklarımız, pişmanlıklarımız, vazgeçtiklerimiz... Belki de hepimiz ayrımcılık içinde, soğuk bedenlerimizle dünyaya geldik, sonradan gözümüzü açtık. Kurban psikolojisi de bir işe yaramadı, yaşadığımızı bizden başka kimse bilemez. Geçmiş depresyon, geleceğim kaygı, şu anım... Bir şeyler. Ya duvara çarptık, ya da birilerinin uydusuyduk. Şimdi derimizi değiştirip yeniden kaynamaya başladık. Bazen de derdimiz ne bilmiyorum.
Beklentilerle yaşamamak lazım, kimseyi ciddiye almamak lazım, ama en önemlisi de insanları ciddiye almak lazım. Garip bir cümle, biliyorum, ama ne demek istediğimi anladınız sanırım. Şimdilerde dünyada ilgimi çeken pek bir şey yok. Başarılı olmak istediğim çok şey var ama sistem sanki buna izin vermiyor. Ya da başarılı olursak bu etik değil, ahlaki değil gibi bir sürü kompleks konu... Zincirin dışında kalıyoruz, merkeziyetsiz bile olamıyoruz. Sanki Matrix'in tavşan deliğinde, kapitalist bir dünyada, nelere maruz kalıp, nelere emirlere uyup uymamamız gerektiği, başarılarımızın nasıl olması gerektiği, ilişkilerimizin nasıl olması gerektiği gibi bir sürü saçma sapan ideoloji, yargı ve norm var. Ve sistemdeki bir sürü köle bunlara uyduğu için, uymayanlar da zincirin dışında kalıyor.
Ne mi yapıyorum şimdi? Hangi beklentimi hayatımdan çıkarmalıyım, kime ne samimiyet borcum var diye düşünüyorum. Bir yandan da, tam 'saldım çayıra' diyeceğim, bütün fırsatların önümden kayıp gideceğini hissediyorum. "Arzulayıp eyleyemeyen hastalık üretir," der Buddha. Belki de haklı. Ve Spinoza da "Kendini kaybetmek" derdi. Belki de tüm bu arayışlar, kendini kaybetmemek için bir çaba. Ama işte her şey çok garip, çok karmaşık ve anlatacak çok şey var, anlatacak hiçbir şey de yok gibi."